ZAMAN VE SEVGİ
Başlıkta ki iki kelime hayatımızda çok önem arz eder aslında. Bu günde değişik bir bakış açısıyla bu iki kelimeyi değerlendirelim hep beraber. Zaman bir sınır kavramı, sevgi ise bir sınırsızlık kavramı olarak değerlendirelim. Çünkü sevginin sınırı olmaz. Zaman ise hep sınırlıdır. Ne günler ne saatler hatta yıllar ve yüzyıllar bile yetmez bazı isteklerin gerçekleşmesi için. Onun içindir ki, İnsanoğlu için kısıtlı bir kavram. Peki bize sınırlı olarak verileni, nasıl harcıyoruz? Geriye dönüşü mümkün olmayan yılları sevdiklerimizle ne kadar paylaşabiliyoruz.? Bir hikaye daha yazayım, konuyu fazla irdelemeden ve sizleri sıkmadan ana fikri vermeye çalışayım. Çocuk okuldan koşarak eve girer ve neşe içinde annesine seslenir. Anne…Anne.. bu gün okul da neler oldu biliyor musun ? Anne otoriter sesiyle, görmüyor musun ? Telefonla konuşuyorum. Çocuk birden duraksar ve burkulur, sevincini paylaşmak istemektedir aslında, dünyada en çok sevdiği kişiyle. Bir türlü beceremez, çünkü annesi telefonla ilgilenmeyi babası da arabasıyla ilgilenmeyi bir türlü bırakamamıştır. Ne yapacağını nereye gideceğini hiç bilmemekle beraber yine de annesinin yanı başından ayrılmaz. Her şey erteleniyordu, telefon ve araba söz konusu olduğunda… Bir de eve misafir gelecek oldu mu kendisine hiç yer kalmıyordu. Nerelere gitseydi? Annesi kapattı telefonu. Mutfaktan tencere sesleri geliyordu. Koşarak yanına gitti, Sana yardım edeyim mi ? dedi, en sevimli halini takınarak. Annesi manalı baktı, Hayırdır? Bir yaramazlık mı var? Bak bir de seninle uğraşmayayım. Çok yorgunum zaten. Yorgunluk nasıl bir şeydi ? Bazen elinde oyuncağıyla uykuya daldığında anneannesi oyuncağı yavaşça elinden alır ,Nasıl yorulmuş yavrucak. Uykunun gül kokulu kolları sarsın seni..’ diyerek alnına bir öpücük konduruverirdi. Yorgunluk gül kokulu bir uykuya dalmaksa eğer, neden annesi kendisiyle böyle kızgın kızgın konuşuyordu. Anneciğim yorulduğun zaman gül kokulu uykulara dalarsın Anneannem öyle söylüyor.—Uykuya dalayım da, gül kokuları kusur kalsın. Yorgunluktan ölüyorum. Bu kelimeden nefret ediyordu. Yorgunum, yorgun olduğumdan, böyle yorgunken’….—Anneciğim sen yorulma, diye…—Yemekte konuşuruz çocuğum. Bankada işler yetişmedi. Baban gelene kadar bunları bitirmem lazım. Hadi sen oyna biraz. Hani siz yoruluyorsunuz ya…Eeee….Bende oynamaktan yoruluyorum. Ne yapayım bilmem? Yapılmaması gerekenleri biliyordu da büyükler, yapılması gerekenleri hiç bilmiyorlardı. Işıklar söndü birden. Annesi öfkeyle söylenmeye başladı.—Mum da yok! diye diye karıştırdı dolapları el yordamıyla. Çocuk sırtüstü yatıp, anneannesinin köyünü düşündü. Gaz lambasının ışığında deli tavşan masalını anlatışını. Deli tavşanın duvardaki aksını getirdi gözlerinin önüne. Anneannesi gibi iki ellerini birleştirip işaret parmaklarını yukarı kaldırarak tavşan kafası yaptı. Bak deli tavşan” diyerek parmaklarını oynattı. Yoldan geçen arabaların farları duvardaki tavşana yol açtı. Tavşan alabildiğine hür dolaştı sağda solda. Otlarla kuşlarla konuştu. Sonra yorgun düştü. Duvardaki görüntü minik avuçların açılmasıyla kayboldu. Kolu yavaşça kanepeden aşağı sarktı. Sonra ışıklar geldi. Kadın çocuğun hiç konuşmadığını akıl etti. Birden kanepeye koştu. Küçücük dizlerini karnına doğru çekerek uykuya dalmıştı. Masanın üstündeki dosyalara baktı iğrenerek. Dindirilmez bir pişmanlık doldurdu içini. Uyandırmaktan korka korka küçük alnına bir öpücük kondurdu. Çocuk sanki bir ipucu bekliyormuşçasına aralanan gözleriyle mırıldandı;— İşin bitince beni sever misin anne? dedi. Kadın, sevilmek için randevu alan çocuğuna bakarak sabaha kadar ağladı.
Lütfen… sevgimizi yarınlara ertelemeyelim. Hayat telaşına kaptırıp kendimizi, sevdiklerimizi ihmal etmeyelim. Unutmayalım ki, yaşamın en güzel yanı sevgidir. Unutmayalım ki yarın kimseye vaat edilmemiştir. Saygı ve sevgilerimle...
ŞAPKALI ADAM
Yorum Yazın :Misafir