BULUNMAZ HİNT KUMAŞI
Hepimizin günlük hayatta karşılaştığımız bazı kişilikler, davranışları açısından enteresanlık arz ediyor.Yaradılış gereği her insan aynı yapıya sahip değildir bu anlaşılabilir ama fizyolojik yönden.Düşünce ve hareket yönünden aynı şeyi söylemek biraz zor olacaktır.Neyse konuyu bu yönden yazmak istemiyorum bu hafta.Yazıma başlığını veren ‘’Bulunmaz Hint kumaşı ‘’ kelimesinin nasıl ortaya çıktığına bir bakalım sonra anlatmak istediğimizi güzel bir hikaye ile tamamlayalım.
Bu deyimin çok anlamlı bir geçmişi bulunmaktadır. 1700’lü yıllarda Hindistan’ı sömürgeleştiren İngilizler, orada var olan yerli el dokumacılığını yok etmedikleri sürece İngiliz fabrika kumaşlarına pazar açamayacaklarını anlayınca, Hindistan’daki yerli kumaş üretimini yok etmek için Hintli dokumacıların başparmaklarını kesmiş onları kumaş dokuyamaz hale getirmiştir. Böylece Hindistan kumaşını yok edip İngiliz kumaşının egemenliğini sağlamaya yönelmiş Hindistan’ı da kendi müşterisi durumuna düşürmüştür.Yani kapitalist bir düşüncenin yapabileceği türden bir olay.. Değişik hikayeler anlatılsa da gerçeği böyledir. Tanımlamamızı yaptıktan sonra, asıl anlatmak istediğim bu değil tabi ki. Halk arasında hangi anlama geldiğini bildiğiniz konuyu bir hikaye ile tamamlamak istiyorum. Bir gün bir doktora, gerginlik ve tedirginlikten şikayetçi olan bir hasta gelir. Yapması gereken çok işinin bulunduğunu; fakat kendisinin rahatsız, işlerin ise beklemeye tahammülü olmadığını söyler. Doktor, bu işleri başka biri yapamaz mı? Ya da bir başkası size yardımcı olamaz mı? diye sorar. Adam, onları yalnız ben yapabilirim; bütün işler bana bakıyor! diye cevap verir. Doktor, konuyu anlar. Sana bir reçete vereceğim. Bu reçeteyi aynen tatbik etmen gerekiyor. Adam reçeteyi eline alıp baktığında, hayretler içinde kalmıştır. Reçetede, Her gün en az iki saat işi bırakıp yürüyüş yapacaksın ve her haftanın yarım gününü bir mezarlıkta geçireceksin yazıyordur. Hasta adam, Yürüyüşü anladık ama neden mezarlık? diye sorar. Doktor, Oraya gidip mezar taşlarına bakmanı istiyorum. Mezarlıklar, kendilerini vazgeçilmez sanan insanlarla doludur. Sen de onlar gibi ölüp mezarlığa gömülünce, kendinden başkasının yapmasına imkan olmadığını zannettiğin işlerin, başkaları tarafından da yapılmaya devam ettiğini göreceksin, der. Hasta adam aslında bozulmuştur ama o hala kendinin vazgeçilmez olduğu düşüncesindedir. Ta ki ölüm gerçeğini kabul edene kadar.. Evet, bulundukları noktada kendilerini vazgeçilmez gören, halbuki orada, problem çözmek yerine problemin bir parçası olduğunun farkına varmayan insanlar için de, doktorun reçetesi geçerli değil midir sizce de ? Aslında, kendimizi bu hasta adam gibi gördüğümüz sürece, herkes için geçerli bir reçete...
Bencillik damarlarımızda kol gezdiği sürece, burnumuzun ucunu dahi göremiyorsak, etrafımızda olup biten iyilikleri ve insanca yaklaşımları bile fark edemiyorsak, kuyruğu ile oynayan bir kedi gibi yalnız kalmamız kaçınılmaz son olacaktır. Eğer farkında olmayacak kadar kapadıysak algılarımızı, kendi yörüngemiz dışında olup bitenin farkına varmamız mümkün olmayacaktır.İnsan olmanın manasını çözemediysek, anne, baba, öğretmen, doktor, mühendis olmuşuz ne fayda!
İstediğimiz kadar kendimizin bulunmaz Hint kumaşı olduğunu zannedelim..Ama kesin olan bir ölüm gerçeği var…
Saygı ve sevgilerimle…
ŞAPKALI ADAM
Yorum Yazın :Misafir