Doların yükselişi ve yapılması gereken hamleler
Anayasa’da 18 Madde üzerinde yapılacak olan değişiklik görüşmeleri Türkiye Büyük Millet Meclisinde devam ediyor. Gerçekleşen oylamalar devam ettikçe tansiyon her geçen süreçte artıyor ve yerini hoş görülmeyen sahneler alıyor. Ümit ederim bu tartışmalar ve kavgalar yerini en kısa zamanda demokrasiye ve Türkiye’ye yakışır görüntülere bırakır. Hatırlayacak olursanız geçen yazımda 15 Temmuz’dan sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Dolarınızı bozdurun’ çağrısına yanıtsız bırakmayan vatandaşlarımızın bu çağrıya uyduğunu ama dolar bozdurmanın tek başına yeterli kalmayacağını belirtmiş ve Euro-Dolar arasındaki paritenin daralmasına dikkat çekerek ‘Tehlikenin farkında mıyız’ uyarısında bulunmuştum.
15 Temmuz’da Türkiye olarak ABD destekli bir saldırıya uğradık. Darbe girişimi ile başlayan bu saldırı yerini ekonomik saldırıya bırakmış durumda. Tüm bunların yanısıra Dolardaki aşırı yükselme devam ediyor. Öncelikle kullandığımız mazotu da, fabrikalarımızda ürettiğimiz malların ham maddesini de, dışarıdan dolar karşılığı ile aldığımızı ifade etmek isterim. Dolayısıyla dolar artışının olması, yaşamlarımıza zam ve ekonomik durgunluk olarak yansımakta. Aracımızda kullandığımız akaryakıttan, evde yediğimiz ekmeğe, pirince varıncaya kadar bu fırlayış 6 ay içerisinde tüm maddelerde bize yüzde 25 zam olarak yansıdı. Peki maaşlar bunun karşılığında ne kadar arttı diye düşündüğümüzde ise asgari ücrette yüzde 8, memur maaşında yüzde 3, emekli maaşında ise yüzde 4 artış yaşandığını canlı bir şekilde görüyoruz. Dövizdeki artışa şöyle bir baktığımızda ise 2016 yılının Ocak ayında Dolar 2,99 Euro 3,22 iken 2017 yılının Ocak ayında Dolar 3,91, Euro 4,16’yı gördü yani bir yılda ortalama yaklaşık yüzde 30 devalüasyon yaşandı. Yani Türk lirası bir yıl içerisinde Euro ve Dolar karşısında yüzde 30 bir değer kaybına uğradı.
Her ne kadar 15 Temmuz hain saldırısında emperyalist güçlerin ve onların taşeronluğunu yapan terör örgütlerinin hedefi Türkiye ve dolayısıyla mevcut iktidarı devirmek olsa da ve bunu başaramayınca da ekonomik baskıyla bunu devam ettirmek isteği sürse de çuvaldızı önce kendimize batırıp bunun sonuç ve ilişkilerini düşünmek, çözüm bulunması gerekiyor. Muhakkak yaşanan bu ekonomik sıkıntılı süreçte iktidarın şu ana kadar aldığı tedbirler de oldu. Bu tedbirlerde iktidar Partisi olarak AK Parti Hükümeti Ülke çapında halâ milli bir refleks yaratmaya çalışmaya devam ediyor. Vatandaşların Temmuz ayında yaptığı gibi, bankalarda sakladıkları döviz hesaplarını Türk Lirası'na çevirmeleri için farklı unsurlar tarafından sosyal kampanyalar düzenleniyor. Ekonomi ve maliye politikası araçları kullanılarak dolar artışı durdurulmaya çalışıldı. Kullanılan ana araçlar ise: Varlık barışı uygulaması, vergi yapılandırmaları, tüketimi artırmak için ihtiyaç ve konut kredisi faizlerini düşürmek, taksit sayılarını artırmak, sektörel teşvikler ve özellikle Doğu Anadolu’da yatırımların özendirilmesi oldu. Bunun yanısıra bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da devreye girmesiyle Merkez Bankası eli ile zorunlu karşılıklar ve faiz koridorunda düzenlemeler yapılmaya çalışıldı. Meclis içindeki ana muhalefet partisi ise yaşananları küresel bir krizin Türkiye'ye yansımasının sonucu olarak görmedi. Kriz olarak gördükleri durumu OHAL ve KHK ile hukukun bozulmuş olmasına bağlayarak AK Parti iktidarını şiddetle eleştirmeye devam etmiş ve iktidara karşı ülkenin çıkarlarından önce kendi çıkarlarını düşündüğünü gerekçesi ve suçlamasıyla bir cephe aldı. Bu cephe her geçen gün daha da keskinleşmeye devam etmekte olup Mecliste yaşanan gerginliklerin ana temelinde yatan sebeplerin başında bu gelmektedir.
Türkiye’de iktidar ve ana muhalefet arasında yaşanan tartışmalar ve onun temelinde ne yatmakta olduğunu ifade ettik. Peki Doların bu denli yükselmesinin temelinde ne yatıyor diye soracak olursanız bunun da ana temelinde iki sebep olduğunu açıklayabiliriz. Türk ekonomisinin güçlü bir ekonomi olması için olmazsa olmaz temel şartlardan biri tüketen değil üreten bir ekonomiye sahip olmasından geçmektedir. Ancak ne kadar son yıllarda yerli üretime önem verilmiş olunsa da üreten ziyade tüketen toplum olmaktan bir türlü kurtulamadık. İhracatta öne çıkanlar sadece tekstil ve montaj otomotiv oldu. Ülkeye büyük dolar girdisi sağlayacak elektronik, ilaç-kimya, savunma, askeri ve sivil havacılık endüstrilerinde üretim yapacak, marka oluşturacak firmalar tesis edilemedi. Ülkenin döviz kazancı nitelikli üretim yapılmadığı için artmadı.
Karşılaşılan iç ve dış siyasi sorunlar ve terör nedeniyle de turizm gelirleri düşünce, Moody’s not indirimi sonrası Türkiye’ye portföy yatırımları yapmış yabancılar da kaçmaya başlayınca, Türkiye sendelemeye başladı. Kredi derecelendirme kuruluşu S&P Kıdemli Direktörü Frank Gill’in Dubai'deki konuşması ise Türkiye’ye yatırım yapmak isteyen yatırımcıları ise adeta uyarır nitelikteydi ve bu uyarı yatırımcıların geri adım atmasına yol açtı. Gill konuşmasında "Merkez Bankası bir noktada faizleri artırmak zorunda kalabilir. Türkiye'de Merkez Bankası "yoğun siyasi baskı altında"" ifadelerini kullanmıştı.
Türkiye’nin yaşadığı ekonomik kıskaç ve sorunlarda hiç kuşkusuz ABD’de yaşananlar da başrol oynadı. ABD’de iki yüz yıllık kısa tarihinde 2008 krizine kadar basılan dolar miktarı 1 trilyon dolara yakındı. ABD ekonomisi 2008 yılında krize girince, ekonominin tekrar canlandırılması için Amerikan Merkez Bankası yaklaşık 3,5 trilyon dolar basıp tüm dünyaya dağıttı. Bunu diğer büyük ülke merkez bankaları da takip etti. Mesela Japon Merkez Bankası 3 trilyon dolar, Avrupa Merkez Bankası da yaklaşık 2 trilyon avroluk para bastılar. Bütün bu basılan para ile ekonomide alış-verişi artırmak böylece durgunluktan çıkılması hedeflendi. Her ne kadar yaşanan o kriz yıllarında Merkez Bankası değişik seferler uyarılarda bulunmuş olunsa da krizin Türkiye’yi teğet geçeceği savunuldu. ABD’nin 2008’de Merkez Bankaları aracılığıyla dağıttığı bol miktardaki para faizlerin bir an düşmesini sağlamış ve bir anlık rahatlama yaratmış ise de piyasada bollaşan paranın bir anlık rahatlama olduğu düşünülmediği için geleceğe dönük hesap ve planlamalar tam olarak yapılamadı. Şu an ise 2008 yılından sonra para basan ABD, bastığı paraları geri çağırmaya başladı. Çünkü bu paralar dolaşımda kalmaya devam ederse, ABD’de enflasyon korkunç bir şekilde artacaktı. Enflasyon oluşmadan paraları geri çekmenin yolu ise tahvil faizlerini artırmaktan geçiyordu. ABD 2 ve 10 yıllık tahvil faizleri hem Trump’ın seçilmesi, hem de ABD Merkez Bankası’nın faiz artırım politikasına sahip olması nedeni ile artıyor. Böylece tüm dünyadaki dolarlar koşa koşa faizi artan ABD tahviline gidiyor. ABD parayı geri çekiyor ve dış ülke para devleri, yatırımcıları Türkiye’de yatırım yapmaktan geri adım atıyorken yapılması gereken müdahalelerin başında faize faiz arttırımıyla cevap verme yolu ve tehdididir. Tehditi gören yabancı yatırımcı doların fiyatı ile oynamaktan korkacaktır. Yine dik durmak, diklenmekten ve siyasi gerginliklerden uzak durmak gerekmektedir. Yine FETÖ sürecinin hukuk çerçevesinde bir an önce tam anlamıyla işletilmesi ve güven zenginliğini oluşması gerekmektedir. FETÖ’nün bürokrasi, sermaye, medya ayağı olduğu kadar siyasi ayağının olduğu gerçeği asla unutulmamalı ve bu müdahale ivedi bir şekilde yapılmalıdır. Unutulmamalıdır ki ülke ekonomisini sağlam tutmanın baş kaynaklarından biri istikrarlı yönetim olduğu kadar ülke içerisindeki siyasi, kamu, bürokrasi ve halk birlikteliğiyle, güven duygusunu sağlam kılmaktan geçer. Saygılarımla…
Hakan ÖZEN
Yorum Yazın :Misafir