Çok kıymet taşıyan bir özellikten bahsetmek istiyorum: Vefa… Unuttuğumuz ya unutturulduğumuz bir duygudur vefa... Çok yakın bir zamana kadar var olan ama günümüzde çok az rastladığımız bir özellik vefa… Toplumu toplum yapan, cemaati cemaat yapan bir güzelliktir vefa… Bir âşığın maşukuna, bir dava adamının davasına ve bir idealistin ülküsüne her şeye rağmen sadık kalmasıdır vefa. Bu uğurda her şeye katlanması ve her şeyi sineye çekmesi, gerçek dava adamına düşen vazifelerin en önemlisidir belki de, davasına karşı vefa göstermesi. Niceleri var ki, o vefa sayesinde hedefine ulaşmış ve tarihe mâl olmuştur. Vefa, sevgide devamlılık demektir. Vefa demek, ihtiyaç hâlinde ona yardım etmektir. Müslüman vefakâr olur. Vefa, dostlukta, bağlılıkta sebat etmektir. Arkadaşına yaptığı iyiliği az görüp, onun yaptığını çok bilmektir. Vefa demek, gerek hayatta iken ve gerekse öldükten sonra sevgi ve ilgiyi devam ettirmek demektir. Şair ne güzel söylemiş...
“Vefalı çıkarır dostluğun tadını,
Vefasızlar alır dostunun âhını”
Eski zatlardan birinin oğluna vasiyeti şöyledir:
“Oğlum, herkesle arkadaşlık edilmez. İhtiyaç içinde olduğun zaman senden uzaklaşan, genişlik zamanında malına göz diken ve yükseldiği vakit sana üstünlük taslayan kimse ile arkadaş olma!”
Atalarımız, “Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır.” derken vefanın ne kadar önem arz ettiğini ve yıllar öncesinde bu özelliğin nasıl yaşandığını bizlere anlatmışlardır. Ya şimdi? Bu güzellikten ne kadar da uzak yaşamaktayız. Bizi biz yapan değerler arasında olan vefadan ne kadar da uzaktayız.
Her sene bir çok kimselerle karşılaşmakta, tanışmaktayız. Bunlarla muhabbet eder, kimisinin manevi, kimisinin de maddi dertlerinin çözümü için gayret sarfederiz. beraber çalışır, beraber koşuştururuz. Yeri gelir bir çok sıkıntılarına göğüs gereriz. Yediğimizden yedirir, içiririz. Manen huzura kavuşmaları elimizden geleni yaparız. Rabbim kabul buyursun. Bunlardan kimi işi bitince bir daha aramaz sormaz. Menfaati bitmiş, bu yüzden de bizleri unutmuş, yaşanan güzellikleri eliyle bir kenara itmiş, insanın nankör olduğunu bir kez daha göstermiştir. Kimisiyle ise, çok güzel dostluklara yelken açarız elhamdülillah. Hem bu dünya için, hem de ahiret için dostluğa devam ederiz. O dostlar “bir fincan kahvenin hatırını” değil kırk yıl, bir ömür boyu devam ettirirler. Hatta ahirette de…
Kimiyle bir yemeklik kadar, birkaç sohbetlik kadar muhabbetimiz olur ama yıllar sonra görüştüğümüzde hemen hatırlar ve “hakkınızı nasıl ödeyebiliriz” diyerek gözyaşlarıyla kucaklaşırız. Böyleleri bize vefayı hatırlatır. Kimiyle ise yıllarca beraber olursunuz ama “Hakkını helal etse de, etmese de benim için önemli değil, bu benim sorunum değil, kendi sorunu.” diyerek vefasızlığı ortaya koyar, insanın nasıl nankör olabileceğini gösterir. Elbetteki Rabbimiz bizi bizden iyi tanıyor ve bu özelliğimizi güzelce ortaya koyuyor: Hak hukuk deyince İmam-ı Azam Efendimizin babası Sabit’in hali aklımıza geliyor. Bir kıssadır ama hissesi büyüktür. Bir gün Sabit hazretleri bir akan suya düşen elmayı görür ve gayri ihtiyarı elmayı sudan alır ve ısırır. O anda haram olma hususu aklına gelir ve ısırdığı lokmayı yutmaz. Ancak ısırmış olduğu elmanın suyunu tatmıştır. Hemen akan suyu takip eder ve akarsuya sarkan elma ağacını bulur.
Sahibini arar ve helallik diler. Ancak bahçe sahibi “Hakkımı helal etmem. Şayet dilediğim kadar benim yanımda karın tokluğuna çalışırsan!” der. Sabit hazretleri kabul eder. Rivayetlere göre yedi yıl karın tokluğuna çalışır. Tekrar helallik ister, ama bahçe sahibi bu sefer de başka bir şart koşar. “Benim bir kızım var, gözü kör, kulağı sağır, dilsiz, elleri ve ayakları sakat. Bu kızımla evlenirsen sana hakkımı helal ederim” der. Sabit hazretleri boynunu eğer ve kabul eder. Gerdek gecesi odaya girince çok güzel bir kızla karşılaşır ve hemen yanlış odaya girdim diye odadan dışarı çıkar. Dışarıda kayınpederini bekler bulur ve “neden odadan çıktığını” sorunca “yanlış odaya girdiğini, içeride bahsedilen kusurlarda bir kızın olmadığını, çok güzel bir kızın olduğunu” söyler.
Kayınpederi ise, “Gözü kör dedim; çünkü harama bakmaz da o yüzden. Kulağı sağır dedim; harama kulak asmaz, dinlemez. Dilsiz dedim; haram yemez, haram konuşmaz. Elleri sakat dedim; harama el uzatmaz. Ayakları sakat dedim; haram yerlere adım atmaz.” İşte bir elma için, onu helal ettirmek için katlanılan çile. Ecdadımız, büyüklerimiz buna çok dikkat ederlerdi. “bana ne, benim için önemli değil, benim meselem değil” demezlerdi. Çok hassaslardı. Ve onlardan İmam-ı Azam’lar dünyaya geldi. Ya şimdi… Vefa deyince akla hemen “ahde vefa” da gelir. Çünkü çok önemli bir özelliktir. Vefasızlık, münafıklık alametlerindendir. Böyle ahdini yerine getirmeyen vefasızlar, dünyada rezil olacağı gibi, kıyamette de teşhir edilerek rezil edilecektir.
Bu konuda Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmaktadır:
“Kıyamet gününde her vefasız için bir sancak (dikilecek). Bu filanın vefasızlığıdır, denilecektir.” Ahde vefa mü’minin işidir. Vefasız olanlar, şahsiyetsiz, dönek tabiatlı kişilerdir. Böyle insanlarla değil bir çalışma yapmak, yola dahi çıkılmaz. Seni çok çabuk satar ve yolda bırakır. Hem de hiç acımadan, vicdanları sızlamadan… İbnu Abbâs (ra) şöyle der: “Ahdine kim vefasızlık edip bozarsa, Allah mutlaka ona bir düşman musallat eder.”
Hz. Ebu Hüreyre (ra): “Rasulullah (SAV) buyurdular ki: “Allahu Zülcelâl hazretleri buyurdu ki: “Biri diğerine ihanet etmediği müddetçe iki ortağın üçüncüsü ben olurum. Biri arkadaşına ihanet etti mi ben aralarından çekilirim.” Rabbim bizleri ahdinde sadık olanlardan eylesin. Vefayı bilen ve canı pahasına da olsa vefakar olanlardan eylesin. Vefasızlardan uzak eylesin, onlarla karşılaştırmasın. Hakkı hukuku bilen ve ona göre hayatını devam ettirenlerden eylesin.
Gökben Türközü
Yorum Yazın :Misafir